Kamalı Zeybek Mustafa Efe
1873’de Ödemiş’in Kışla köyünde doğmuştur. Babası, Kocahasanoğulları’ndan Deli Veli’dir. Kamalı lakabını, çocuk yaşlarındayken babasının hediye ettiği bir kamayı sürekli yanında taşımasından dolayı aldığı söylenmektedir. Ancak özellikle Zeybeklik yaptığı dönemlerde düşmanlarına ileteceği mesajları bir kama ile yapmasından dolayı bu lakabı aldığı da söylenmektedir.
Çakırcalı Mehmet Efe, kızanlarından birine sevdiği kızı kaçırman isterken yanlışlıkla Kamalı’nın karısını çakırır. Bu olayın ardından Kamalı, Çakırcalı’nın bulunduğu köye tek başına baskın yaparak Çakırcalı’nın iki adamını öldürür ve sonra da babasının çocukluk arkadaşlarından olan Köseoğlu’nun çetesine kızan olarak girer. Bu sırada Köseoğlu ve çetesine af çıkar ve düze inmekte olan çete, Çakırcalı’nın kurduğu pusu sonucu imha edilir. Bu olaydan yalnızca Kamalı Zeybek kurtulur.
Efesinin bu biçimde öldürülmesini hazmedemeyen Kamalı, yeniden dağa çıkarak kendi başına bir çete kurar. Çeteye ilk olarak yeğeni Kurucaovalı İsmail katılır. Gökdeli Mehmet, Kargalı Ali, Semitli Mehmet, Arap Beşir gibi kızanların katılımıyla çete büyür. Bu çetenin en büyük hedefi Çakırcalı Mehmet Efe çetesidir. Ellerine geçen her fırsatta bu çete ile çatışmaya girerler. Kamalı ile karşı karşıya gelmemek için çaba harcayan Çakırcalı ise, zaman zaman yönetim tarafından bağışlanması nedeniyle zaptiye güçlerinin de desteğiyle Kamalı’nın takibine çıkar.
Gün geçtikçe büyüyen çete, özellikle çevrede Türk köylerine baskınlar yapıp buraları talan eden Rum eşkıyalara da göz açtırmıyor, ilk fırsatta bu çeteleri imha ediyordu. Bunlardan Giritli Kaptan Hrisyo, İzmir’in Kokluca köyünde (şimdiki adı Altındağ) üslenmiş olan Koklucalı Vasil çeteleri başlıcalarıdır. Kamalı’nın Rum eşkıyalara karşı aldığı bu tavır, Rum azınlıkların büyük tepkisini topluyor ve Osmanlı yönetimini de zor durumda bırakıyordu. Bunun üzerine Kamalı çetesine yönetimden af çıkar. Ancak af sırasında düze inmekte olan çete, Birgi taraflarında verdiği bir molada Çakırcalı’nın tuzağına düşer. Kamalı Zeybek Mustafa Efe ve birçok kızan bu pusu sonucu öldürülür.
Kamalı Zeybek Mustafa Efe, halk tarafından oldukça sevilirdi. Ölümü; özellikle Çakırcalı tarafından yörenin tabiriyle “kancıklanarak” öldürülmesi halk arasında büyük üzüntü yaratmış, ardından ağıtlar yakılmıştır. Çakırcalı üzerine yakılan “İzmir’in Kavakları” adlı türkünün adlı türkünün ezgisiyle söylenen Kamalı üzerine yakılmış sözleri şöyledir;
Mustafa derler adıma
Şeker uymaz tadıma
Beni vuran bir Hacı (yar fidan boylum)
Ermesin Muradına
Aradılar buldular
Bahçıvanda vurdular
Kamalının naaşını (yar fidan boylum)
Bir hasıra sardılar
Kamalı dağdan insene
Mor fesini giysene
Kamalı Zeybek vurulmuş (yar fidan boylum)
Ben vuruldum desene
İnce Mehmet Efe
Bugün TRT Türk Halk Müziği repertuarına bakıldığında adına en çok türkü yakılan Zeybeklerden biri “İnce Mehmet Efe”dir. Ancak türkülere bu denli konu edilen “İnce Mehmet” adlı efenin kesin kimliği hakkında yeterince bilgi elde edilememiştir.
Belirlenebildiği kadarıyla Efe bölgesinde İnce Mehmet adında iki Zeybek yaşamıştır. Bunlardan birincisi, yaklaşık 1870’li yıllarda baş kaldırarak dağa çıkan ve 1906 yılında vurularak öldürülün Aydın ve İzmir başta olmak üzere hemen tüm Ege’de nam salmış, İzmir – Ödemiş’in Kaymakçı köyünden İnce Mehmet; diğeri ise 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Afyon, Dinar ve çevresinde yaşayan, yörede Koca Mustafa efenin vuruluşuna kadar birlikte gezen İnce Mehmet. Halk türkülerine bu denli konu edilen kişi, türkülerin yoğunluk kazandığı bölgeden anlaşıldığı kadarıyla büyük ihtimalle Ödemiş – Kaymakçılı İnce Mehmet’tir.
İnce Mehmet, Aydın mutasarrıfı Ragıp Paşa ve Aydın’ın saygın eşrafından Kadızade Edhem Efendi tarafından hazırlanan af projesiyle Iıç Abdülhamit Ege’de 18 yıllık eşkıyalık geçmişi vardır. Bir süre düzde kalan İnce Mehmet, 1900 yılında çetesini toplayarak yeniden dağa çıkar. Halk türkülerinden de anlaşıldığı kadarıyla İnce Mehmet Efe’nin çetesi, diğer Zeybek çetelerine göre çok daha güçlüydü ve yeri geldiğinde bu Zeybek çetelerini kendi etrafında toparlama gücüne de sahipti.
Alaşehir eşrafından Mütevellizade Akif ve Reşit beylerine aracılığıyla 1902 yılında yeniden bağışlanıp yüze inen İnce Mehmet, 16 Ağusyos 1322 (29Ağustos 1906) tarihli Ahenk gazetesinin anlatımıyla “... hükümet-i seniyyeye arz-i istiman ederek mazar-ı afv-ı ali-i padişahi olmuş iken hamir*i hilkatı şekavetle yoğrulmuş olduğu cihetle hayatına muadil olan nimet-i uzma-yı afvın kadir ve kıymetini takdir etmeyip mukteza-yı yeniden izhar ile...” silahlanarak dağa çıkmış ve 1906 yılında Akhisar taraflarında yönetim güçleriyle girdiği bir çatışma sonucu öldürülmüştür. Ancak İnce Mehmet Efe, diğer efelere göre halkın gönlünde çok ayrı bir yer edinmiş olsa gerek ki, hakkında en çok türkü yakılan efe olma özelliğini taşımaktadır. Adına yakılan bu türküler de küçük bir mahalde değil, aksine oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır.
İnce Mehmet’in belki de en önemli özelliği, usta yazar Yaşar Kemal’in “İnce Memed” adlı romanına “isim babası” olmasıdır. Çünkü romanın konusu her ne kadar Adana’da geçiyor ve kahramanı “İnce Memed” adlı kişiye yine bu yörenin yetiştirdiği bir eşkıya olarak anlatılıyorsa da konu, Ege bölgesi eşkıyalarından ve bunlarla ilgili anlatılan efsanelerden alınmıştır. Çünkü Yaşar Kemal’in “Çakırcalı Efe” adlı eserinde de görüldüğü üzere yazar, Zeybeklerle ilgili olarak Ege bölgesinde çok uzun süre araştırmalar yapmış, geçmişte Zeybeklerle ilişkisi olmuş çeşitli kişilerle görüşerek önemli bilgier edinmiş, edindiği bu bilgier ilerdeki kimi çalışmalarına maeryal oluşturmuştur. Başta “İnce Memed” olmak üzere “Çakırcalı Efe” adlı romanlar da bu materyallerin ürünleridir. Çünkü, “Çakırcalı Efe”de olduğu gibi “İnce Memed” adlı romanın da ana temasını oluşturan hemen tüm olaylar Ege bölgesi eşkıyaları tarafından yaşanmıştır. Romanın kahramanı, Ege Zeybeklerinin birçoğunda olduğu gibi bir ağanın kıyımından dolayı zor anlar yaşamıştır. Aynı zamanda, normal koşullarda birlikte olması çok güç olan bir kızı sevmiştir. Sevdiği kız başkasıyla evlendirilmek istenmiş ve kahraman da damat adayını öldürmüş, dağa çıkmıştır. Yoksulun yanında, varlıklının ve kıyıcının karşısında olması nedeniyle halkın da desteğini almıştır. Yönetim güçleriyle birçok çatışmaya girmiş, ancak çeşitli biçimlerde sıyrılmayı başarmıştır. Bütün bu olaylar sırasında, kahramanın sevdiği kız herhangi bir olaydan dolayı tutuklanarak hapsedilir. Kahraman da hapishaneyi basar ve sevgilisini kaçırır. Bütün bu olayların sonunda da kahraman, çıkan bir çatışma sonucu ortadan kaybolur, yani “Sırra kadem basar.” İnce Memed romanı ve Ege Zeybeklerinin yaşamları veya halk arasında anlatılan hikayeleri arasındaki bu denli benzerlik, romanın konusunu ve adını Ege Zeybeklerinden aldığı düşüncesini pekiştirmektedir.
Gökçen Hüseyin Efe
1891 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. Küçük yaştayken, aynı zamanda akrabası da olan Çakırcalı Mehmet Efe’nin kızanı oldu. 1912 yılında, Çakırcalı’nın bir çatışma sonucu yönetim güçlerince öldürülmesi üzerine kendi çetesini kurdu. Tire taraflarındaki Gümce dağı sırtlarında uzun süre eşkıyalık yaptı. 1914 yılında Mahmut Celalay (Bayar) Bey aracılığı ve İzmir valisi Rahmi Bey ile Jandarma yüzbaşı Edip (Sarı Efe) Bey’in onaylarıyla bağışlanarak kızanlarıyla birlikte düzen indir. 29 Mayıs 1919’da Tire’nin düşman işgaline uğraması üzerine yeniden kızanlarını toplayarak Ulusal Mücadeleye katıldı. İlk olarak, Fata’daki jandarma karakoluyla ilkokulu karargah olarak kullanan Yunan birliklerine başarılı bir baskın düzenledi. Yerli Rumlar ve Yunanlılara karşı büyük başarılar elde etti. Poslu Mestan ve Mürselli İsmail Efelerle birleşerek Torbalı – Ödemiş tren yolunun geçtiği Küçük Menderes üzerindeki köprüleri havaya uçurarak Yunan güçlerinin Anadolu içlerine ilerleyişini bir süre engellemeyi başardı. Yunan işgalindeki Ödemiş’e baskın düzenleyeceği sırada hastalandı. Bunu haber alan Yunan güçleri, Efe’nin bulunduğu siperi yoğun top atışına tutarak saldırıya geçtiler. Çarpışmayı bir süre yattığı yerden idare eden Efe, iyileştikten sonra arkadaşlarına katıldı. Ancak çatışmanın bir anında yaraladığı Yunanlılar tarafından süngülenerek öldürüldü.
(16 Kasım 1919)
Türk halkı, vatanı uğruna şehit düşen bu kahramanı unutmadı, adına türküler yaktı. Yönetim ise onun onuruna, savunurken şehit düştüğü Fata bucağının adını Gökçen olarak değiştirdi.
Atçalı Kel Mehmet Efe
Aydın’ın Sultanhisar ilçesine bağlı bir bucak olan Atça’da, Atça’lı Hasan Ağa adındaki yoksul bir köylünün oğlu olarak dünyaya geldi. Çok küçükken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu veya büyük bir ihtimalle doğuştan başının kel olması nedeniyle “Kel” lakabı takılmıştır. Çiftliklerde ırgatlık yaparak yaşamını sürdürmekteyken Atça’nın varlıklı kişilerinden olan Şerif Hüseyin’in kızı Fatma’ya sevdalanır. Kızı istediklerinde de büyük bir hakaretle karşılaşıp üstüne üstlük de ağanın adamları tarafından dövülünce birkça kişiyi yaralayarak dağa çıkar. Devletle veya çevredeki varlıklı kişilerle çeşitli sorunları olan birçok kişide yanına katılır. Zamanla Aydın ve çevresinde “Atçalı Kel Mehmet Efe” adıyla nam salar. Bu arada sevdiği kızın babası, kızını bir başkasıyla evlendirmek istediğinde damat adayını dağa kaldırarak yüklü fidye alır ve kızın evlenmesini önler. Bunun yanı sıra kızını vermemekle ve kendisine düşman olmakla birlikte sevdiği kızın babasını düştüğü hapisten kaçırır. Yönetim güçleriyle girdiği birçok çatışmadan sağ salim kurtarmayı başarır. Aydın bölgesinde vali ve diğer devlet ileri gelenlerinin baskısından bıkan köylülerden de destek görerek gücünü her geçen gün artırır.
Kapatılan Yençeri ocağı askerlerinin de katılması sonucu sayısı binleri aşan büyük bir güce sahip olur ve Aydın çevresinde büyük bir ayaklanma başlatır. Bu ayaklanmayı bastırmak isteyen İzmir intisap nazırı İlyaszade’yi yenerek 1828’de Aydın’ı ele geçirir. Ardından, çok kısa bir süre içerisinde Menderes vadisinin tüm orta çığırını, Tire, Bayındır, Birgi, Ödemiş, Turgutlu ve Salihli’yi egemenliği altına alır.
Aydınlılar, Kütahya, Manisa ve Denizli’nin kimi ilçeleri onun düşüncelerini sevinçle karşılayıp ona kapılarını açmışlardı. Ona karşı Aydın mütesellimi ve adamlarının dışında kimse silah kullanmamıştı. O veya adamları, bu yerlere birer kurtarıcı olarak girmişlerdi.
Kel Mehmet, kendisini Aydın’a vali atamasının ardından ilk iş olarak eski düzeni kökünden yıkmışi kötü idareci ve ayandan kişileri kaçırmıştır. Halkın canı, malı, ırzı teminat altına alınmış, gezi hürriyetini tesis etmiştir. Daha sonra mültezimlerin, zabitlerin halka kanun dışı yükledikleri vergileri azaltmış, hatta tümden kaldırmıştır. İstanbul’a başlılığını bildirerek yıllarca tahsil edilemeyen vergileri toplayarak göndermiştir. Yönetimden serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştiriliğ daha eşitlikçi kanunların yapılmasını, askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istemiştir. Kendisine “Vali-i Vilayet, Hademe-i Devlet Atçalı Kel Mehmet” ünvanını vererek bu adla para dahi bastırmıştır.
1829’da Aydın devlet güçleri tarafından geri alındı. Nazilli taraflarına kaçan Efe, Nazilli’nin Tepecik köyünde devlet güçleriyle girdiği bir çatışma sonucu 10 Haziran 1830’da yakalanarak öldürüldü. Turnalı Ali ve Palabıyıkoğlu adındaki adamları ile birlikte başı kesilerek İstanbul’a gönderildi.
Atçalı Kel Mehmet, çok kısa süre içinde yaptığı işlerle adeta Osmanlı’nın kıyımından bıkan halk için bir kurtarıcı olarak görülmüş, halkın gönlünde büyük bir yer edinmiştir. Osmanlı’ya bağlılığını bildirmesine ve başardığı işlere rağmen öldürülmesi ise halk arasında büük üzüntü doğurmuş, Osmanlı’ya “Kahpe Osman” lakabını taktırmıştır.
Demirci Mehmet Efe
1885 yılında Aydın – Nazilli’nin Pirlibey köyünde doğmuştur. “Demirci” lakabını mesleği olan demircilikten almıştır.
Babası gibi demircilik yaparken, I. Dünya savaşı sırasında askere alınır ve İzmir’de 5. Depo Alayına verilir. Bu sırada bir Ermeni subayının kendisine hakaret etmesi üzerine askerden kaçarak dağa çıkar ve Gökdeli adındaki Ödemişli bir efenin çetesine katılarak eşkıyalığa başlar. Zamanla kendi çetesini kuran Demirci Mehmet, çevresinde topladığı 200 kişiyle Aydın, Denizli, Ödemiş taraflarında “Demirci Mehmet Efe” adıyla nam salar. I. Dünya Savaşı boyunca bu bölgede eşkıyalık yapar ve asayiş güçlerini bir hayli uğraştırır.
Demirci Mehmet Efe, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine adamlarıyla birlikte 10 Temmuz’da Kuvayı Milliye güçlerine katılarak Umurlu’daki cephe komutanı Binbaşı İsmail Hakkı Bey’in emrine girer. Yunanlılara karşı yapılan Fata ve Adagide baskınlarında etkili rol oynar. Bu arada Kuvayı Milliye adına para yardımı sağlamak ve civardaki Rum vatandaşların Eğridir’e sürgün edilmeleri işleriyle uğraşmak amacıyla en güvendiği adamlarından Sökeli Ali Efe’yi Denizli’ye gönderir. Ancak Rumların sürgün edilmesini istemeyen Mevki Komutanı Albay Tevfik’in de desteğiyle Denizli eşrafı Sökeli Ali Efe’yi pusuya düşürerek öldürür.
Demirci Mehmet Efe, Sökeli Ali Efe’nin öldürülmesi üzerine büyük bir öfkeyle Denizli’yi basar. Hatta bu konuyla ilgili bir de rivayet vardır. Demirci Mehmet Efe, öç almak amacıyla Denizli’ye geldiğinde bütün kenti ateşe vermeyi ve ayırım yapmadan bütün halkı kurşuna dizmeyi düşünmektedir. Bu konuda da yemin etmiştir. Ancak bu durumdan haberdar olan Sarayköylü Bektaşi şeyhi Tahir Efendi, Demirci ile konuşarak yapmak istediğinin hakkın rızasına uymadığını, bu işten vazgeçmesini ister. Ancak Demirci, şehri yakmaya ve Denizlileri cezalandırmaya yemin ettiğini, yemininden dönemeyeceğini belirtince Tahir Efendi “Oğlum, şeriatta zorluk yoktur. Her şeyin kolayı bulunur. Suçluların arasında masumlar da çoktur, bunlar da arada yanar. Oysa Denizli’nin mezarlığı da kenti sayılır. Orada bulunanlar kentte bulunanlardan çoktur. Yalnızca mezarlığı ateşe verirsen yeminin yine yerine gelmiş olur.” Diyerek Demirci’yi ikna eder ve mezarlık yakılır. Bu arada Demirci Efe, Albay Tevfik’i öldürür. Sökeli Ali Efe ve arkadaşlarını öldürmekten şüpheli 200 kişi yakalanır ve Demirci Efe’ye getirilir. Buradaki Sökeli Ali Efe’nin yanında bulunup da ölümden kurtulan birkaç Zeybek kendilerini pusuya düşüren kişileri tek tek seçer ve yaklaşık 60 kişi bir avluda toplanarak boğazlanır. Bunların arasında Mutasarrıf vekili Kadı Kahraman Seyfi de vardır. Bu olayın ardından acımazlığıyla da ün salmıştır.
Demirci Mehmet Efe, 5 Ekim 1919’da buyruğundaki düzenli güçlerle, saldırıya geçen Yunan güçlerini Aydın cephesinde durdurur ve Aydın cephesi Umum Kuvayı Milliye Komutanlığına atanır. 22 Haziran 1920’de Yunanlıların Ulusal güçlere saldırması üzerine Isparta – Eğridir dağlarına çekilir. Bu arada TBMM yönetimine karşı tavır alan Çerkez Ethem ve Galip Hoca, Efe’ye birleşme teklifinde bulunurlarsa da Efe, ne bu teklifi, ne de dağdan inmeyi kabul etmez. Bunun üzerine Refet (Bele) Bey komutasındaki bir birlik efenin karargahını basar. Ancak efe bu baskından kurtulursa da adamar teslim olurlar. Daha sonra Ulusal Mücadeledeki başarılarından dolayı, herhangi bir eylemde bulunmaması koşuluyla bağışlanarak köyünde yaşamasına izin verilir.
Demirci Mehmet Efe Denizli’de halka sert davranması nedeniyle sürekli kendisine karşı bir saldırı bulunulacağından korkardı. Uzun yıllar sonra dahi kalabalık yerlere girerken yanında adamları bulunur, orta yerde oturmaz, sırtını duvara vererek otururdu. Gittiği yerlerde de aşırı oyalanmaz, hemen bulunduğu ortamı terk ederdi.
Efelik yaptığı dönemlerde kendisine Zeybek, kızan olmak için gelenlere “Dinine düşkün olanlar, Yörük Ali’nin yanına gitsin” diyerek geri göndermesi dini inançlarının da güçlü olmadığını göstermektedir.
Demirci Mehmet Efe, 1959 yılında yine doğduğu köyde öldü. Özellike eşkıyalık zamanlarında halka karşı sert yaklaşımı gereği olsa gerek Demirci Mehmet Efe hakkında yakılmış türküye rastlanılmamıştır.
Çakırcalı (Çakıcı) Mehmet Efe
1872 yılında İzmir – Ödemiş’in Ayasuluğ köyünde dünyaya geldi. Annesi Hatice, babası eski Zeybeklerden Çakırcalı Ahmet Efedir. Baba – oğul her iki zeybeğin de kullandıkları “Çakırcalı” lakabının, birtakım kaynaklarda mensup oldukları bir Yörük aşiretinden gelme olduğu belirtiliyorsa da yapılan araştırmalar sonucu bunun oldukça düşük bir olasılık olduğu ortaya çıkmaktadır. Çakırcalı’nın torunu Salih Çakırca ile yapılan bir söyleşide dedelerinin Afyon’un Dazkırı taraflarından geldiklerini belirtmiştir. Evliya Çelebi de 1082’de (1671) Kütahya’yı anlatırken Afyon taraflarında “Çakırca” diye bir kazanın varlığından bahseder. Bir cinayet işleyerek kaçıp Ödemiş – Ayasuluk’a yerleşen Çakırcalı Mehmet Efe’nin dedesi Kara Mahmut, büyük bir ihtimalle Evliya Çelebi’nin de adını belirttiği Afyon taraflarındaki Çakırca kazasından göçmüştür ve oğlu Ahmet Efe olsun, torunu Mehmet Efe olsun her ikisinin de “Çakırcalı” lakabını bu kazadan alma olasılıkları oldukça yüksektir.
Babası eşkıyalığı bırakmış, düze inmiş, kendi halinde bir köylü olarak yaşarken bu durumdaki eski Zeybeklerin yeniden dağa çıkmalarını önlemek amacıyla verilen gizlice öldürülmeleriyle ilgili bir emir doğrultusunda zaptiye çavuşu Boşnak Hasan tarafından öldürülür.
Babasının öldürüldüğünde Mehmet, henüz 11 yaşındadır. Uzun süre ayıngacılık (tütün kaçakçılığı) yaparak yaşamını sürdürür. Bu işte en büyük yardımcısı, babası Ahmet Efe’ye de yardım ve yataklık yapmış olan Hacı (Eşkıya) Mustafa’dır. Bir zaman sonra Hacı Eşkıya’nın geçmişte kendisini bırakarak başka bir gençle kaçan karısını ve kaçtığı genci Ödemiş’teki evinde öldürür. Kısa bir süre sonra da babasını da tuzağa düşürerek öldüren Boşnak Hasan Çavuş tarafından yakalanarak hapse atılır. Ancak delil yetersizliğinden dolayı mahkemede beraat eder ve kısa bir süre sonra serbest kalır.
Çakırcalı’nın bir gün başına bela olacağını bilen Hasan Çavuş’un yıllar önce işlenen bir hırsızlık olayını da Çakırcalı’ya mal edip takibe düşmesi ve Çakırcalı’nın köyüne baskın düzenleyerek annesi ve diğer akrabalarına türlü hakaretlerle işkence yapması Çakırcalı’yı çileden çıkarır. Bütün bu olaylar ve babasının da öcünü almak amacıyla Çakırcalı, yanında Hacı Mustada, Çoban Mehmet, Harmnlıoğlu Ahmet, Koca Mehmet, Arap Mercan, Kara Ali gibi yiğitlerle dağa çıkar ve “Çakırcalı Mehmet Efe dağa çıktı, Osmanlı gelip de yakalasın” diye Osmanlı’ya haber salar.
Halk arasında ün kazanmış, desten olmuş diğer bir çok efe gibi o da varlıklı kişilerden aldığı paraları kendisine yataklık yapanlara ve yoksullara dağıttı. Çevredeki bir çok varlılık kişiyi köprü, çeşme gibi yararlı işler yapmaya zorladı. Bu sayede halkın gözünde kısa bir sürede yüceldi. Çakırcalı, bir ara peşine düşmüş olan Hasan Çavuş ile Mülazım Hüsnü Efendi’yi bir pusuda öldürdü. Bunun yanı sıra bölgede “Çalıkakıcı” olarak adlandırılan, sürekli halka karşı acımasızlık yapan ve yönetime çalışan birtakım Türk, Rum, Arnavut çetelerine karşı büyük mücadeleler vererek bir çoğunu ortadan kaldırdı. Hatta, kendi adını kullanarak köy ve obaları basan, talan edip kadınlara ve kızlara sarkıntılık eden dokuz kişil bir Arnavut çetesinin adı ile ilgili tüm çalışmalarda anlatılmasına rağmen ilgili Arnavut çetesinin adı ile ilgili bir açıklama yapılmamıştır. Ancaki büyük bir ihtimalle bu çete Salihli, Alaşehir taraflarında iğren. Boyutlarda eşkıyalık yapan “Arnavut Köy Bayram” çetesidir. Çünkü bu çetenin yaptıkları hakkında basında 1900 ve Eylül 1901 tarihi arasında çeşitli haber alınamamıştır. Ünü Osmanlı ve sınırlarını aşarak Avrupa’ya kadar yayıldı. Avrupa’dan bir çok gazeteci gelerek kendisiyle röportajlar yaptı, gazetelerde dizi yazılar çıktı.
Çakırcalı Efe ile baş edemeyen Osmanlı kendsine çeşitli defalar af çıkarttı. Her seferinde de “Kırserdarlığı” görevi ve belirli miktarda maaş bağlanalarak, silahlarıyla birlikte çete elemanlarının da yanında kalmasına izin verilerek ödüllendirildi. Ancak efe her seferinde bir bahane bularak yeniden dağa çıktı. Kendisine rakip olarak gördüğü bir çok Zeybek çetesini ortadan kaldırmıştır. Bunların en ünlülerinden birisi de “Kamalı Mehmet Efe” çetesidir. Halk arasında yakılan türkülere bakıldığında, Kamalı Mehmet Efe’nin diğer Zeybeklere oranla halk tarafından pek sevilmediği ve Çakırcalı’nın Kamalı’ya karşı zaferinin kıvanç yarattığı düşünülebilir ise de Kamalı’nın ölümü gerçekte halk arasında büyük üzüntü yaratmıştır. Hatta bu olay sonucu Çakırcalı halk tarafından büyük tepki toplamıştır. Çünkü Çakırcalı, daha önceleri Poslu Mehmet, Köseoğlu (Köseli Mehmet) gibi dönemin sevilen efelerini öldürdüğü gibi Kamalı Zeybeği de yörenin deyimiyle “kancıklayarak” öldürmüştür. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Çakırcalı, dönemin en güçlü efesidir.
Çakırcalı’nın, kendisine tehlike oluşturacağını düşündüğü veya ortadan kaldırmasıyla birlikte hükümet tarafından bağışlanacağına inandığı herhangi bir Zeybek çetesini ortadan kaldırmaması olanaksız gibidir. Hata Köseli Mehmet’in ölümünü duyan Şair Eşref, bu olay üzerine şu dörtlüğü söylemiştir:
Biz Tevarihte emsalini çok gördük
Eden elbette bulur ettini çok gitmez
Eşkıya seyf-, hüdadan serini kurtaramaz
Çünkü affetse hükümet, Çakıcı affetmez
1912 yılındai Nazilli yakınlarındaki Karıncalı dağ mevkiinde yönetim güçlerince girdiği bir çatışma sonucu, kafası ve elleri kesilmiş, göğsünün derisi yüüzlmüş bir halde bulunmuştur. Bu durum, öldükten sonra tanınmaması için efenin kendi istediği doğrultusunda kızanları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Çakırcalı, kimi rivayetlere göre sağ kolu Hacı Mustafa tarafından kazayla, kimine göre Sinan adındaki bir kızanı tarafından, kimine göre de müfreze komutanı Yüzbaşı Şükrü Bey’in kardeşi Osman tarafından vurularak öldürülür. Çakırcalı’nın ölümüyle sonuçlanan çatışmada görevli Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, Vali Nazım Paşa’ya, bu durumu belirit bir de rapor yazar:
Vali Nazım Paşa Hazretlerine,
Şaki – i şerir Çakıcı melhununun naşı maktuludur. Cesetin Çakıcı’ya ait olduğuna dair delil sol kürek kemiği üzerindeki, evvelce Balabanlı köyünde soyunurken gördüğüm badem şeklindeki benidir.
Bu şakiyi yok edene ve başını getirene yönetimce vaat edilen 4000 altına sahip çıkmak isteyen birçok kimse vardır. Çakıcı, serseri bir kurşunla vurulmuştur, bilesiniz. Vurdum diyenlerin iddiası varit değildir. Hatta müfrezelerimiz bu bapda hizmeti sevk etmemişlerdir. Çakıcı’nın başının, ellerinin kesilip alınması, göğüs dersinin yüzülmesi hayli bir zamana tevakkuf edeceğinden ve çete bunlara yapacak kadar müsait zaman bulabilmeleri, müsademenin na ehil ellerde kaldığını gösterir.
Anzavur Ahmet Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey, Alioğlu çiftliğinden kaçtıkları malumaten arz olunur.
İmza:
Bayındırlı Mülazım
Mehmet Efendi
Ancak Bayındırlı Mehmet Efendi, aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra, 1950 yıllarında yazar Murat Sertoğlu’na Çakırcalı’nın “Yarım Arap” adı verilen bir Manisalı asker tarafından vurulduğunu söylemiştir. Bu olayı bunca zaman saklamasına neden olarak da, Yarım Arap’ın bu olayın duyulması ile birlikte Çakırcalı’nın adamları tarafından öç alınmasından korktuğunu ve kendisine söz verdirdiğini söylemiştir.
Çakırcalı Mehmet Efe’nin ölümü halk arasında büyük üzüntü yaratmış, ağıtlar yakılmıştır. Mezarı Nazilli yakınlarında bir yol kenarında iken 1947 yılında buradan alınarak Ödemiş’in Kayaköyü mezarlığına taşınmıştır.
Çakırcalı Mehmet Efe Osmanlı tarihinin, belki de dünyanın en büyük eşkıyalarından biridir. 15 yıllık eşkıyalığı boyunca 1081 kişiyi öldürdüğü rivayet edilmiştir. Öldürdüğü kişilerin (kafasını veya diğer çeşitli uzuvlarını kesmek, diri diri yakmak... gibi) öldürülüş biçimlerinden dolayı acımasızlığıyla da ün saldı. Bu acımasızlığından dolayı halk arasında seveni olduğu gibi sevmeyeni, düşmanı da vardı. Hatta kendisine, halk tarafından “Kargış” niteliğinden türküler dahi yakıldı.
Diğer çete resilerinin aksine, son derece az adam barındıran Çakırcalı’nın yanındaki adam sayısı olağan üstü durumlar hariç sekiz kişiyi geçmemiştir. Yıllarca sonra aynı bölgede cesareti ve yiğitliğiyle büyük bir üne sahip olan “Gökçen Efe”de Çakırcalı’nın yanında uzun süre kızanlık yapmıştır. Çok iyi de silah kullanabilen efe, bu sayede girdiği seksen kadar çatışmadan sağ salim kurtulmayı başarmıştır.
Çakırcalı Efe’nin diğer bir önemli özelliği ise, kızanlarından farklı olarak son derece yalın bir giysi ve dindar bir kişiliğe sahip olmasından dolayı dizlerinin görünmemesi için diz çakşırı yerine potur giymesidir. |